Gençlerimizin ne yazık ki, kız olsun erkek olsun, zamanın dizi veya film piyasasında idolleştirilen aktörler ve yaşadıkları sosyal çevreden tanıştıkları insanların birtakım özelliklerinden harmanladıkları idealler kişilikler kurgulamakta. Bu ideal insanları bulamadıklarında evlilik yapma ihtimalleri doğal sürenin üzerine çıktıkça yeni ailelerin kurulması gecikmektedir.
Günümüz insanı, dünyanın neresinde olursa olsun evliliği ve aileyi yasa ve toplumsal değerleri ile koruma altına almış durumda. Bu koruma ne yazık ki, bin bir emekle ve umutla kurulan yuvaların dağılmasına engel olamıyor.
Görücü usulü evlilikler toplumumuzda varlığını hala koruyor.
Eş seçiminde Efendimiz’in (as) önerdiği dört kriter var. Bunlar yerli yerinde değerlendirilmiyor.
En önemlisi, adayın ahlak örgüsüdür. Ahlak örgüsü bir kişinin 24 saatlik davranışlarının bileşkesi demektir.
İkincisi, adayın aile yapısıdır. Bu alan sıkça ihmal ediliyor. Aile şuur altı kazanımların yüksek oranda kazanıldığı yerdir. İnsan ailesine tıpatıp benzemek zorunda değildir fakat elimizde olmadan gösterdiğimiz birçok bilinçaltı reaksiyonlarımızı aile yapımıza borçluyuz.
Dikkate alınması gereken diğer bir mesele adayın ekonomik durumu. Erkeğin kazancı günlük ülke standartlarında olmalı ve bu helal kazanç olmalı.
Son olarak dikkate alınması gereken adayın dış görünüşü. Bu, tabii ki görecelidir ve kişiye göre değişir. Ancak herkes kendi zevk ve isteği doğrultusunda hareket edebilmeli ve tercih hakkına sahip olabilmeli.
Bir erkeğin annesi bir kızı beğendi diye ille o da onu beğenecek diye bir şart yok. Bu, bazen unutulabiliyor. Bunlara günümüzde ne yazık ki dikkat edilmiyor.
Hayırlı bir işe vesile olmak adına ‘çöpçatanlık’ yapanlar nelere dikkat etmeli?
En hassas nokta; aracıların muhakeme yeteneklerinin olması. “Oğlan serseri, kız da dindar, bunları evlendirelim de kız oğlanı yola getirsin” ya da “oğlan efendi, kız da dik başlı, bunlar birbirlerini idare ederler” mantıksızlığı ile uyumsuz olanları birbirine yakıştıranlar, bir tarafın kusurunu saklayarak evlendirilenler, daha doğrusu başı yakılanlar var. Böyle görücüler, kimseleri görmesin.
Kızlar eş seçim noktasında.
Talip olduğu eşi fizik olarak beğendikten sonra dikkat edilmesi gereken bir takım öneriler var. Bunların başında ailenin, müstakbel kayınpedere ilişkin bazı incelemeler yapmasını öneriyoruz. Evlenecek kız ve ailesi, müstakbel kayınpederi için şu soruların cevabını verebilmeli: “kaba saba bir adam mı’, ‘sorumluluk sahibi mi’, ‘kötü alışkanlıkları var mı’, ‘şiddet eğilimli mi’, ‘eşine davranışı nasıl’, ‘genel ahlakı, namus anlayışı nasıl’, ‘genetik hastalık var mı?
Akabinde ailede başka bir gelin varsa, aile hakkında gelin vasıtasıyla genel bilgi alınmalı. Daha önce aileye entegre edilmiş yeni bir aile ferdi olarak dışarıdan giren bu gelinin tecrübelerinden objektifliği gözetmek kaidesi ile istifade edilebilir. Diğer bir faydalı bilgi olarak da adayın 12 yaşından beri değiştirmediği arkadaşı varsa onun incelenmesini önerebilirim.
İnsanlar bazen arkadaş ortamında aile ortamından daha doğal ve daha rahat olabiliyor. Gerçek meziyet ve karakter hakkında bilgi noktasında o arkadaşlardan görüş alma da önem arz edebilir.
Görücü usulu dışındaki tanışmalarda.
Tanışır tanışmaz ailesine haber vermeli ve ilkeli davranmalı. Aşık olmadan bu işi yapmalı. Aşık olduktan sonra akıl ve irade devre dışına çıkıyor ve ilke filan kalmıyor. Benim tespit edebildiğim kadarıyla en fazla zararı kız çocukları görüyor.
Nişanlılık dönemi
Nişanlılık süresi uzatılmamalı, nişanlılık süresinde eşler, birbirlerine kendi aileleri hakkında negatif bilgi vererek şuuraltı kirletilmemeli. Bu süre gerçekten de eş adayını çok iyi tanımaya bir fırsat olarak değerlendirilmeli. Düğüne bir hafta kala nişandan dönüp işi bozulanların sayısının hiç de küçümsenmeyecek kadar çok olduğunu sürekli göz önüne getirip bu birlikteliği garantili olarak görerek bazı sınırları aşmamalı. Elbette ki nişanlılık döneminde nişanlılar birbirlerini görüp konuşmalı ancak belli sınırları aşmamak şartı ile.
Diğer Öneriler..
‘Her meyve, mevsiminde güzeldir’ diye bir laf var. Bu söz evlilik çağını geciktirmiş veya kaçırmışları çok güzel ifade etmekte. İnsanlar hayatlarını şekillendirirken belli başlı dönüm noktaları belirlerler. Bunlar arasında misal okul mezuniyeti, iş hayatına atılma, evlilik ve evlat sahibi olma vardır. Bunlar da genel manada bir mevsime veya belli bir zamana bağlıdır. Burada şimdi, istisnalar olsa dahi, çoğunlukla biyolojik zamanlamayı da dikkate almakta fayda var. Özellikle evlilik ve akabinde gelen evlat sahibi olma durumunu ‘okulum bitsin, kariyer yapayım, para biriktireyim’ diyerek, yaşı geldiği halde, müspet adayları değerlendirmeyerek diğer işlere kilitlenen kızlarımız daha sonra bu karardan dolayı pişmanlık duyabiliyorlar.
Evlilikte hem kızlar hem de erkekler belli bir olgunluğu ve gerekli donanımı tamamlamadan, yani kendi benliğini oluşturmadan, beraberliğe karar verdiği başka bir insanın sorumluluğunu taşıyamaz. Bu belki daha önceden yaşça daha erken ulaşılabilen bir olgunluktu. Zamanımızın gençleri bir yuvayı geçindirebilecek ve bir yuvada geçinebilecek yaşa eskilere göre birkaç yıl sonra ulaşmakta. Buna rağmen evlilik yaşını tamamen sonbahara bırakmamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Nitekim iki insanın evlenmesi demek, zaman zaman uzlaşmak ve ortada buluşabilmek demektir. Yaşı çok fazla ilerlemiş, karakteri ve alışkanlıkları artık değişemez hale gelmiş bir insanın bunu yapabilmesi çok kolay olmayabiliyor.
Okan Bal
Uzman Psikolojik Danışman ve Aile Terapisti
Sorunlarınızın Daha Sağlıklı Çözümü İçin
“Online Terapi” Randevusu Alabilirsiniz.